Cumhuriyet Bayramı yaklaşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 102. yaşı kutlanacak kısa bir süre sonra.
Kutlamalara bakarken yine resepsiyonlar, balolar, geleneksel organizasyonlar göreceğiz.
Hem Cumhuriyetçi kitle tarafından, hem de Cumhuriyet karşıtları tarafından…
Kimileri kalpten, kimileri mecburiyetten katılacak.
Ama hepsi aynı kelimeleri kullanacak, “Atatürk”, “Cumhuriyet”, “Devrim”, “Laiklik”…
Ne var ki, bazı dudaklardan dökülen bu kelimelerin içi boş, yankısı sahte olacak.
Çünkü Atatürkçülük; afişlerde, sloganlarda ya da sosyal medyada parlayan bir etiket değildir.
O, bir düşünce biçimi, bir yaşam tarzı, bir vicdan pusulasıdır.
Ve o pusula, yalanla yön bulmaz.
Bugün “Atatürkçü” olduğunu söyleyen geniş bir kitle görüyorum.
Sözleriyle coşkulu, duruşlarıyla süslüler.
Ama okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan insanlar.
Kitap sayfalarını değil, kalabalıkların nabzını çeviriyorlar.
Entelektüel görünmek için ezberledikleri cümleleri, anlamadan tekrarlıyorlar.
Bu kalabalıkta samimiyeti seçmek her geçen gün zorlaşıyor.
Yalan büyüyor, ama yaşatmıyor.
Çünkü samimiyet bilgiyle, gösteriş cehaletle besleniyor.
Oysa Atatürk’ün en temel çağrısı “fikri hür, vicdanı hür” olmaktı.
Yani düşünen, araştıran, üreten bireyler olmamız isteniyordu.
Kendine bile dürüst olamayan bir akıl, bu mirası nasıl taşıyabilir?
Cumhuriyet bir sahne değil, bir karakter sınavıdır.
Kostümler, nutuklar, gösterişli kutlamalar değil, doğruluk, emek, bilgi, cesaret yaşatır onu.
Atatürkçülük, yürekten gelen bir samimiyet ister.
Yapmacık gösterilerden değil, özden beslenir.
Ve işte bu yüzden;
Cumhuriyet yalanla yaşatılmaz.
Çünkü yalanın olduğu yerde ne ilerleme olur, ne ışık kalır.
O ışığı yaşatmanın tek yolu, hakikate sadık kalmaktır.
Peki, hakikat nedir?
Hakikat, Atatürk’ün gösterdiği yolun özüyle yüzleşebilmektir.
Yani sadece onun adını değil, fikrini yaşatmaktır.
Bir figüre tapınmak değil, o figürün inandığı akla, bilime, emeğe sahip çıkmaktır.
Hakikat, kutlamalarda giyilen kıyafetlerde değil,
o Cumhuriyet’in düşünce ve vicdan özgürlüğünü gerçekten içselleştirebilmekte gizlidir.
Hakikat, alkışlarda değil;
doğruyu söylediğin için yalnız kaldığında da susmamaktadır.
Hakikat, Cumhuriyet’i “seçim zamanı hatırlayan” değil,
her sabah işe giderken, her adımında onun kazanımlarını koruyan bir yurttaş olabilmektir.
Ve belki en önemlisi:
Hakikat, Atatürk’ü sevmekle değil, Atatürk gibi düşünebilmekle başlar.