Adalet, insanlığın varoluşundan bu yana peşinden koştuğu, kimi zaman uğruna savaşlar verdiği, kimi zaman da sessizce yokluğunu hissettiği temel bir değerdir. Toplumların huzurunun, ilişkilerin sürdürülebilirliğinin ve insanların birbirine duyduğu güvenin omurgasında adalet bulunur. Ancak adalet, çoğu kişinin sandığı gibi sadece mahkeme salonlarından ibaret değildir. Yaşamın her anında, her ilişkide, her kararın içinde kendine yer bulur.
Bir başka deyişle adalet; hakkın yerini gelmesi, yanlışın doğruyla karşılık bulması, birinin diğerine karşı üstünlüğü değil eşitliğin, hakkaniyetin ve vicdanın işlemesi demektir. Gücün değil, doğrunun belirleyici olmasıdır. İnsanların birbirini anlamaya çalıştığı, empati kurduğu, kendi menfaatinin değil ortak iyinin peşinde koştuğu bir düzenin adıdır.
Ancak burada kritik bir ayrım vardır. Adalet, sadece “haklıyım” demek değildir.
Gerçek adalet, kişinin kendine şu soruyu sorabilmesinde başlar.
“Acaba ben de haksızlık ediyor olabilir miyim?”
Bu soru, adaletin vicdani boyutunun kapısını açar. Çünkü çoğu zaman insanlar kendi penceresinden baktığı için haklı olduğuna inanır. Oysa adalet, tek taraflı bir duygu değil, iki tarafın da hakkını gözeten bir farkındalıktır.
*Adalet;
Sadece kendi doğrularını savunmak değil,
Başkasının yaşadığı mağduriyeti de görebilmektir.
*Adalet;
“Ben böyle düşünüyorum” demek değil,
“Karşı taraf neden böyle düşünüyor olabilir?” diye düşünebilmektir.
*Adalet;
Hakkı savunmak kadar,
Haksızlık edebileceğini kabul edebilmek, gerektiğinde geri adım atabilmektir.
İşte bu yüzden; adalet sadece ‘ben haklıyım’ demek değil, ‘’acaba haksızlık ediyor muyum?’’ diyebilmektir.
Gerçek adalet, hem aklın hem vicdanın ortak alanında yeşerir.
Toplumsal boyutta adalet herkese lazımdır? Çünkü toplum, farklı düşünceleri, farklı yaşam biçimlerini ve farklı beklentileri olan milyonlarca insandan oluşur. Bu çeşitlilik içinde düzeni sağlayan en önemli unsur ise adalet duygusudur. Çünkü adalet sadece bugün haksızlığa uğrayanların ihtiyacı olmaktan çok bir gün herkesin kapısını çalabilecek bir zorunluluktur.
İnsanlar çoğu zaman adaleti yalnızca bir dava konusu olduğunda, bir haksızlığa maruz kaldığında hatırlar. Ancak gerçek şu ki, hiç kimse hayatı boyunca her zaman güçlü, her zaman haklı veya her zaman avantajlı konumda kalamaz.
Hayatın akışı değişkendir. Bugün karar veren konumdasındır, yarın karar verilen tarafta.
Bugün hakkını arayan sensindir, yarın senin hakkında karar verilirken adalete ihtiyaç duyarsın.
Toplumsal düzende adaletin varlığı sadece mağdurun değil, toplumu oluşturan herkesin güvencesidir. Çünkü adaletin olmadığı yerde insanlar kendini güvende hissetmez, kurumlara güven azalır, sosyal barış zarar görür. Herkesin hakkı, herkesin geleceği belirsizleşir.
Adaletin toplumsal önemi üç başlıkta öne çıkar.
1. Adalet, toplumun güven duygusudur.
Bir toplumda insanlar haklarının korunacağına inanıyorsa, o toplumda huzur vardır. Bu güven kaybolduğunda ise en sıradan ilişkiler bile çatırdamaya başlar. Çünkü adaletin olmadığı yerde korku, güvensizlik ve kargaşa kök salmaya başlar.
2. Adalet, güçsüzün sığınağıdır.
Güçlü olan zaten kendini koruyabilir. Ama toplum bir bütündür ve çoğunluk, bir gün güçsüz kalabileceği gerçeğiyle yaşar. Adalet, güçlüyü sınırlayan, güçsüzü koruyan bir mekanizmadır. Bu yüzden toplumsal adalet, herkes için ortak bir emniyet kemeridir.
3. Adalet, geleceğe duyulan umudu ayakta tutar.
Adalet duygusu zedelenmiş toplumlarda insanlar geleceğe dair umutlarını kaybeder. Umudun olmadığı yerde ne gençlik kalır, ne üretim, ne de ortak yaşam. Adalet ise topluma “yarın daha iyi olabilir” hissini verir.
İşte bu nedenle;
Adalet sadece bugün değil, bir gün herkesin ihtiyacı olabilir.
Bu farkındalığa sahip olan toplumlar, gücü değil hakkaniyeti esas alır. Bugün karşı tarafa uygulanan haksızlığın yarın kendilerine dönebileceğini bilir. Hangi görüşten, hangi kesimden, hangi düşünceden olursa olsun, her birey için adalet ortak bir paydadır.
Adalet ve güç aynı yerde durabilir mi?
İnsanlık tarihi gösteriyor ki güç ve adalet çoğu zaman aynı masada oturmaz. Güç, fiziksel gücü, ekonomik kapasiteyi, siyasi otoriteyi, toplumsal etkiyi ifade eder. Adalet ise hakkaniyeti, eşitliği, ölçülülüğü ve vicdani dengeyi temsil eder.
Güç tek başına kaldığında adaleti ezer, adalet güçten yoksun olduğunda ise uygulanamaz.
Bu yüzden ideal olan, bu iki kavramın denge içinde olmasıdır.
Güçlünün adaleti bir gün son bulur mu?
Tarih, “güçlünün adaleti” üzerine kurulmuş sistemlerin bir noktadan sonra çöktüğünün sayısız örneğiyle doludur.
Çünkü
Güç değişkendir, sürekli değildir.
Gücü elinde tutan kişi, kurum veya devlet değişebilir.
Güce dayalı düzenler içeriden çürür, toplumdan destek göremez, meşruiyetini kaybeder.
Güçlünün adaleti, kısa vadede işliyormuş gibi görünür. Ancak uzun vadede:
Toplumsal güven yok olur,
Tepki büyür,
Adaletsizlik birikir,
Ve sonunda güçlünün kurduğu düzen geri döner, onu da vurur.
Bu nedenle güce dayalı adalet, eninde sonunda tıkanmaya mahkûmdur.
Gerçek adalet, güce karşı değil, gücü sınırlayan mekanizmalara dayanır.
Peki, güçlü devletlerde adalet sağlıklı işler mi?
Güçlü devlet olmak, adaletin güçlü olduğu anlamına gelir mi? Her zaman değil.
Bir devletin gerçekten “güçlü” sayılabilmesi için yalnızca askerî, ekonomik veya bürokratik kapasitesi yüksek olması yetmez. Asıl güç; hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, eşitlik, şeffaflık ve vatandaşın güveni ile tamamlanır.
Adaletin güçlü olduğu devlet ile gücün adaleti yönettiği devlet arasındaki fark şöyledir.
Güçlü devlet + güçlü adalet = Güven, istikrar, gelişmişlik
Güçlü devlet + zayıf adalet = Korku, tedirginlik, kırılganlık
Gerçek güç, adaleti baskılayan değil, destekleyen güçtür.
Çünkü devlet ne kadar kuvvetli olursa olsun: Adalet çalışmıyorsa, toplumda huzur yoktur. Adalet çalışmıyorsa, güç bir gün mutlaka sarsılır. Adalet çalışmıyorsa, devletin gücü geçici olur.
Bu yüzden bir devletin gerçek gücü, ne kadar korku saldığıyla değil, ne kadar güven verdiğiyle ölçülür.
Adaletin Olmadığı Güç, Kısa Ömürlüdür
Güç değişir.
Adalet kalır.
Toplumsal düzeni ayakta tutan, gücün kendisi değildir. Gücün adaletle dengelendiği bir sistemdir.
Bu nedenle güçlünün adaleti bir gün son bulur. Adaletin gücü ise toplumda iz bırakır.
Adaletin bozulduğu toplumlarda neler mi olur?
Adaletin zayıfladığı toplumlarda önce sessizlik büyür, ardından güvensizlik yayılır. İnsanlar birbirine, devlete, geleceğe karşı temkinli hâle gelir. Haksızlık karşısında kimsenin sesi çıkmadığında adalet değil, korku normalleşir. O zaman toplumun omurgası yavaşça kırılır.
Adalet, güçlülerin değil güçsüz kalma ihtimali olan herkesin ortak güvenliğidir. Bu nedenle adalet bugün başkası için görünse de, yarın hepimiz için gereklidir.
“Bir ülkede adalet yoksa orada erdem kalmaz.”
Aristoteles