Dilşat CEVHER


Sakın Unutma!...


Yaşadığımız evrende yaratılan hiç bir şey aynı düzen içerisinde kalmıyor...
İnişler, çıkışlar, değişkenlikler ve farklılaşmalarla döngü devam etmekte.
Bu döngü içerisinde olan dünyamızda doğası gereği hareket halinde olduğundan
yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşim
ve dalgalarla sarsılma durumunu oluşturması ne kadar doğalsa biz canlılar için de o kadar ürkütücü.
Ülkemiz maalesef dünyada etkin deprem alanı içerisinde bulunmasına rağmen
neden bu kadar adının önemsizliği devam etmekte.
Geçmiş yıllardan bu güne kadar olan sürede yıkımlar, can ve mal kaybı neden hiç değişmeden sürmekte.
Bunun en büyük nedeni globalleşen dünyada insani değerlerin yitirilerek,
hırs, para uğruna yok olmaya yolculuk...
Yapılan araştırmada Türkiye' nin ve özellikle İstanbul' un depreme hiç mi hiç hazırlıklı olmadığı,
İstanbul' da 2 milyon yapının yarısının tehlike arz ettiği,
gün geçtikte inşaat sektörünün hızlı gelişimi sayesinde iskansız, ruhsatsız ve
denetim dışı binaların da hayata geçirilmesi ile önlem alınmadığı belirtilmektedir.
Ancak yaşadıklarımızdan ders almayı öğrenemediğimiz sürede
hayattan beklentilerimiz azalacak, kalitesiz bir yaşam süreceğiz,
plansız yaşayarak nerede ne zaman başımıza ne geleceği
ve tedbirsizliklerimiz sayesinde belki de hayattan kopacağız...
Ancak her şeye rağmen birey olarak bir kaç dakika da olsa
yapmamız gerekenleri ve sorumluluklarımızı,
hazırlıklarımızı öğrenmek, talep etmek, okumak, izlemek ve incelemek de bize düşen görevler arasında...
Ama en başta da bizim görevlerimiz dışında tabi ki sorumluluklar da başkalarına da düşmekte tabi ki...
Örneğin toplum bilinçlendirilmesi diğer etmenler arasında unutturulmamasından da geçiyor.
Hatırlıyorum 17 ağustos 1999 depremini...
Unutmak mı?...
İnsan yaşadıklarını nasıl unutabilir ki?
Bahçe katında bulunan evimiz genelikle yazın serin olur hani derler ya
yayla gibi ama nedense o gece ne sıkıcı ne bunaltıcı bir gece
ama yine de hayır olsun diyerek geceyi uğurlamaya çalışıyorduk.
İş hayatı içinde olunca erken uyumak istesek de
sıcak havanın etkisiyle yine de 02.00 sularında ranzanın üst katında uykuya dalmıştım.
Ama ne kadar süre geçtiğini hatırlamıyorum
babamın şiddetli sesiyle ranzadan nasıl atladığımı hatırlamıyorum bile...
Ne olduğunu, nerde olduğumuzu kulaklarımda bitmek bitmek bilmeyen uğultu sesi.....
Ölüm bu kadar yakındı tüm aile sanki hayattan kopma durumunu evimizin lastik gibi bir sağa bir sola
hareket etmesi yıkıldı yıkılacak düşüncesi bomboş bir zihinle geçen dakikalar sonrası.
Hayatta mıydık ? Evet hayatta kalmıştık,
ama sanki üzerimizden ölüm gezmiş ve gitmişti...
Hiç bitmeyen üzüntüler, yaşanan depresyonlar, şansı olmayan,
gecenin bir yarısı sıcak yataklarında ölen insanların,
çocukların, bebeklerin suçu neydi?
Ne kötü şartlarda hayattan koptular ve sonsuzluğa gittiler...
Bu gerçeği yalnız bu gün mü bilmeliyiz?
Hayır! Asla...
Her an deprem yaşayacağımızı, ölümün yanımızda olduğunu bilerek,
düşünerek ve yapılması gerekenleri yaparak....
En başta insana değer verme bilnci ile hareket ederek, yapılaşmaların
doğru, denetimlerle, sağlıklı yapılmasının sağlanması,
depreme hazırlık bilincinin insanlara aşılanması,
bu konuya yeterli bütçenin ayrılması ve yerel yönetimlerin üzerine
düşen görevlerini insanlık adına yerine getirmesi...
Yoksa  insanlık kurtulamıyorsa sen asla bu olayı unutma ve unutturma....
Sevgi ile kalın....