CEM AKSU


NEDEN ATATÜRK ?

10 Kasım bir yas günü değil bir farkındalık günüdür.



10 Kasım bir yas günü değil bir farkındalık günüdür.
Bu tarih, bir ulusun önderini kaybettiği gün değil, onun düşüncelerinin ölümsüzleştiği gündür. Atatürk’ü anmak, sadece geçmişe dönüp özlemle bakmak değildir. Geleceğe onun vizyonuyla yürüyebilme cesaretini de hatırlamaktır.
Her yıl 10 Kasım’da Türkiye’nin dört bir yanında saygı duruşuna geçen milyonlarca insan, aslında bir liderin ardında birleşen bir fikir bütünlüğünü yaşatır. Çünkü Atatürk, sadece bir savaş kahramanı ya da devlet kurucusu değil dünya ölçeğinde bir liderdir. Onun büyüklüğü, yalnızca kazandığı zaferlerde değil, insanlığa sunduğu evrensel değerlere dayanan bir liderlik anlayışında gizlidir.
Peki, dünya lideri ne demektir?
Dünya lideri, yalnızca kendi milletini değil, insanlığın tamamını ilgilendiren bir düşünceyi temsil eden kişidir.
Sınırları aşan, çağını ileriye taşıyan ve ulusal mücadelesini evrensel bir değere dönüştürebilen insandır.
Gerçek lider gücünü otoritesinden değil aklından, vizyonundan ve insana duyduğu saygıdan alır.
Atatürk tam da bu yüzden bir dünya lideridir. Çünkü o, savaş meydanlarında kazandığı zaferleri, insanlık onurunu korumanın bir yolu olarak görmüştür. Savaştan hemen sonra “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek barışı temel ilke haline getirmesi liderliğinin evrensel boyutunu ortaya koyar. Kadın haklarından eğitime, bilime verdiği öncelikten laik hukuk sistemine kadar attığı her adım, sadece Türkiye için değil, tüm insanlık için bir medeniyet vizyonudur.
Ünlü sosyolog Niyazi Berkes, ‘’Türkiye’de Çağdaşlaşma’’ adlı eserinde Atatürk’ün büyüklüğünü şöyle özetler;
“Atatürk devrimi, bir toplumun dış baskılarla değil, kendi iç dinamikleriyle modernleşmesinin örneğidir. Bu yönüyle o, yalnız bir kurtarıcı değil, bir çağ kurucusudur.”
Felsefeci Hilmi Ziya Ülken ise Atatürk’ü yalnızca bir siyasal lider olarak değil, bir düşünce hareketinin temsilcisi olarak tanımlar:
“Atatürk, aklın rehberliğini devletin temeline yerleştirmiştir. Bu, Doğu dünyasında ilk defa başarılan bir dönüşümdür.”
Bu bakış, Atatürk’ün büyüklüğünü sadece tarihsel bir figür olarak değil, bir fikir mimarı olarak anlamamızı sağlar.
O, liderliğini akıl, bilim ve insanlık değerleri üzerine inşa etmiştir. 
Fransız tarihçi Albert Malet, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaptığı bir değerlendirmede şunu söyler:
“Atatürk, yıkıntılar arasından bir ulus yaratmakla kalmadı aynı zamanda da Doğu’nun düşünsel haritasını değiştirdi.”
Peki, Neden Atatürk büyüktür?
Atatürk’ün büyüklüğü, yalnızca kazandığı savaşlarda ya da kurduğu devlette değil, insanlığın ortak değerlerini özümseme ve dönüştürme gücündedir.
O, büyüktür. Çünkü halkının önüne geçip onu sürüklememiş, halkıyla birlikte yürümüştür. Çünkü O, özgürlüğü sadece bir ülkenin değil, insan ruhunun temel ihtiyacı olarak görmüştür.
Atatürk’ün büyüklüğü, zorunluluklardan değil, tercihlerinden doğar. O, savaşın içinden çıkmış bir ulusa öç değil, barış öğretmiştir. Düşmanın bile saygı duyduğu bir karakterdir. İngiliz General Hamilton, Çanakkale sonrasında şöyle der;
“Mustafa Kemal, savaş meydanında bir deha barış zamanında bir bilgedir.”
Bu bilgelik, Atatürk’ün liderlik anlayışını evrenselleştiren özdür. O, her fırsatta “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” diyerek büyüklüğün kalıcı gücünü göstermiştir.
Felsefeci Bedia Akarsu, Atatürk’ün büyüklüğünü şu cümleyle özetler.
“Atatürk, aklın ve özgürlüğün aynı potada birleştiği bir aydınlanma devrimi gerçekleştirmiştir.”
O, halkına yalnızca bağımsızlık kazandırmadı düşünme özgürlüğü de kazandırdı.
Onun büyüklüğü, makamında değil, fikrinin sürekliliğinde yatar.
Bugün bile dünyanın farklı yerlerinde O’nun adı, modernleşmenin, laikliğin ve kadın özgürlüğünün sembolü olarak anılıyorsa, bu yalnız bir geçmiş övgüsü değildir. Bu bir gelecek rehberliğidir.
Peki, Atatürk neden hâlâ ölümsüz bir liderdir?
Bundan hemen önce şunu göz önüne çıkarmak gerekir.
Günümüzde bile onun liderliğine yaklaşabilen bir kimse yoktur.
Çünkü liderlik, sadece yönetmek değildir. Geleceği görebilmek, toplumun vicdanına seslenebilmektir.
Atatürk’ün ölümsüzlüğü, onun bıraktığı fikirlerin hâlâ yol gösterici olmasındadır.
O, bir çağın insanı değil, çağları aşan bir aklın temsilcisidir.
Bugün dünyanın değişen dengeleri, teknolojinin baş döndüren hızı, toplumsal krizler ve kimlik arayışları içinde bile Atatürk’ün fikirleri geçerliliğini koruyorsa, bu tesadüf değildir. Çünkü onun ilkeleri zamana değil, insan doğasına dayanır.

UNESCO, 1981’de doğumunun 100. yılında Atatürk’ü şu cümleyle tanımlamıştır:
“Atatürk, yalnız Türk milletinin değil, tüm insanlığın ortak mirasıdır.”
Bu tanım, aslında ölümsüzlüğün formülüdür.
Bir insan kendi halkının ötesine geçtiğinde, insanlığın hafızasında yaşamaya başlar.
Atatürk’ün adı işte bu yüzden her 10 Kasım’da değil, her ilerleme arayışında, her özgürlük savunusunda, her barış umudunda yeniden anılır.
O, artık bir isim değil insanlığın yolunu aydınlatan bir fikirdir.
Sonuç olarak, her 10 Kasım’da saat dokuzu beş geçe duran milyonlarca insan, aslında yalnızca bir lideri değil, bir fikri selamlar.
Çünkü mesele, Atatürk’ü anmak değil onu anlamaktır.
Onun vizyonunu bugünün sorunlarına, bugünün insanına ve yarının dünyasına taşıyabilmektir.
Atatürk’ü anlamak bilime, sanata, düşünceye ve insan sevgisine inanmaktır.
Kısacası, Atatürk’ü anlamak, insana inanmak demektir.
Ve belki de bu yüzden,
O hâlâ aramızda. Bir fikirde, bir ışıkta, bir çocuğun gözündeki merakta, bir kadının cesaretinde, bir gencin umut dolu adımında...
Saygılarımla…