“Doğduğum toprakların büyük 12 Eylül hikayesini kaleme aldım”
Gizli Miras ve Dokuz romanlarıyla edebiyat severlerin beğenisini kazanan ve üçüncü kitabı Çakal Kayası ile okurlarının karşısına çıkan Gazeteci- Yazar Ahmet Karayün ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ahmet Bey bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1985 Ordu doğumlu olup evli ve 3 çocuk babasıyım. 1998 senesinden bu yana gazetecilik yapıyorum, yazı hayatım dağıtım yapmakla başladı. Aslında gazetenin dağıtımı benim için ilk basamaktı, sonrasında abone yapma, mizanpaj ve tasarımına kadar gazeteciliğin bütün evrelerinden geçtim. Haber yazarken de, onun yanı sıra makaleler kaleme alarak yazarlık serüvenimi başlatmış oldum.
Roman yazmaya ne zaman başladınız?
Kardeşim Mustafa'yla birlikte röportajlarımız oluyordu, bu röportajlarda biz biraz daha hikâye dilini kullanmaya başladık. Röportaja gitmeden başımıza gelenlerden, oraya gittiğimizde başımıza gelenlere kadar olan zamanları hikâyeleştirdik. O röportajlar çok beğeni aldı, insanlar daha rutin haberlerden, kesin görülmüş, verilmiş kesin bilgilerden, klişe cümlelerden sıkılmıştı, bu anlamda böyle bir yeniliği önce gazetede getirdik. Daha sonra kafamda kısa hikâyelerimin kitaplaştırma çalışması ilk 2010 yılına dayanır. İlk Çakal Kayası'yla başladım ama bitmedi, o sırada "Gizli Miras" ve ardından "Dokuz" adlı kitaplarım çıktı.
Son kitabınız olan ‘Çakal Kayası’ndan biraz bahseder misiniz?
Biz 12 Eylül hikâyeleriyle büyüdük. Bizim yaşadığımız bölgede çok yoğun sağcı, solcu çatışması yaşanmış, tabi şimdi herkes o günleri lanetle anıyor. İstanbul'da da patlak vermiş çatışmalar, yayılmış bir dönem, Ordu ili 12 Eylül dönemiyle ilgili biraz daha farklı bir noktaya sahip. Çünkü Fatsa'da daha da yoğun yaşanmış ve kurtarılmış bölge ilan edilmiş. O zamanki devrimci hareketin, devrimin sembolü olmuş. Bizim karakterimiz Nevzat da devrimciler tarafından kurtarılmış bölge ilan edilen yerde tek başına mücadele ediyor. Çakal Kayası biraz bahtsız bir kitap oldu aslında.12 Eylül, hikâyeleriyle büyüdük. Bizim yaşadığımız bölgeye verilen isim Çakal Kayası, Ordu’nun Aybastı ilçesinde bu yer ve bizim köyümüz.
Çakal Kayası'nda vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Romanlarımda işlediğim konuda içindeki çocuğu öldüren bir insanın neler yapabileceğini vermeye çalıştım. Benim karakterlerim Nevzat ve Semih aynı okula giden, aynı dağ yolundan birlikte koşarak oynayarak inen, birbiriyle dost karakterler. Büyüdükleri zaman üniversiteden tekrar evlerine döndüklerinde bu karakterler bu kez biri sağın, biri solun liderleri olarak dönüyor. Burada sağ ve solda kandırılmış kesim oluyor, çünkü aynı silahla öldürülen insanlar, sağcı solcu önemli şahsiyetlerin bombalanması, bunlar üçüncü bir elin üçüncü bir gözün, tepede birilerinin bu olayları çıkardığını, bu olaylar sonunda darbeye zemin hazırlandığını, nihayetinde darbe geldiği gün her şeyin kesildiğini yaşadık. Darbeci paşamızın söylediği bir sözü de hatırlarsınız, "bir tane sağdan, bir tane soldan astık ki denge olsun". Bu aslında çok vahim bir açıklama. Yani insan asmaktan bahsediyor, sanki pancar doğramış gibi rahatça konuşabiliyor. Büyük acılar yaşandı o dönemde, 16 yaşında bir çocuğu asmak için 18 yaşına büyütecek kadar kötü olaylar yaşamış bir ülkeyiz biz ne yazık ki.
Yukarıdaki güçlerin elde etmek istediği rant uğruna olan binlerce insana oldu ve olmaya devam ediyor.
Tarih tekerrürden ibaret denir, gelecekte çıkabilecek bu tarz kardeş kavgaları, Kürt - Türk kavgası, Alevi - Sünni kavgası, başlıklar çeşitli olsa da, adı değişse de yine bir kardeş kavgası, durumları devam ediyor. Ortadoğu yangın yeri, bize de sıçratılmak için eminim çok uğraşıldı. Ama şu var millet olarak 12 Eylülü, 61 darbelerini yaşadığımız için, diyorum ki bazı şeylerden ders alıyoruz. Yakın tarihimizi iyi incelememiz lazım öncelikle iyi çözümlememiz lazım. İki bin sonrasında doğan bir çocuğu düşünün, şu an on beş yaşında ama hiç bir şeyden haberi yok.
Karakterlerinizi nasıl oluşturuyorsunuz? Karakter oluşturmak için çok insan tanımak gerekiyor mu? Romanlarınızdaki karakterlere benzer insanlar tanıdınız mı?
Gerçek hikâyeden esinlendik, yaşanmış olaylardan yola çıktık elbette ama hepsi hayal ürünüdür. Çoğu olayı tabii ki yaşamadık görmedik, birçok olayları o dönemi yaşayan sayısız, sağcısı solcusu insanla görüşmeler, konuşmalar yaptım. Çocukluğumdan bu yana biriken şeyler tabii ki var.
Birden kurşun yağmurunun olduğu, her yerden ateşler açıldığı bir bölge düşünün, ahşap evler düşünün ve her an bir kör kurşuna hedef olma olasılığı var. O bölgede evlerin altına taştan ahır üzerine ise ahşaptan ev yapılır.
Kendinizi yazmak için şartlandırır mısınız? "Günde şu kadar yazmalıyım" gibi yoksa fikirleriniz geliştikçe mi yazarsınız?
Kitap yazan bir insan, yaşadıklarından, gördüklerinden, duyduklarından en iyileri damıtır. Kitap yazıyorsa birçok elekten geçirir. O yüzden orda yazdığı herhangi bir olay ya da hikâye, çok iyi gözlemlediği bir şeyi yazmıştır. Belki on senede tecrübe etiği durumları siz saatler içerisinde oradan alabilirsiniz, tecrübe edebilirsiniz. Hayat kısa, dünya üzerindeki bütün kitapları okuma şansınız yok, bütün filmleri seyretme şansınız yok, alabildiğimiz kadar. Ya da bütün başımıza gelen olayları kendi yaşamımızda deneyimleştirme şansımız yok, o zaman deneyimlenmiş şeylerden faydalanabilmek daha akıllıca geliyor.
Kitaplarınızı ne kadar sürede yazıyorsunuz? Başka bir deyişle bir romanın ortaya çıkması ne kadar sürer?
Bir kitabın ortaya çıkması, belli bir süreye ya da standarta bağlı değildir. Bazen iki üç ayda ortaya çıkabilir, bazen de beş yılda on yılda çıkabilir. Benim ortalama bir buçuk yılda, Gizli Miras üç dört ay gibi bir sürede çıkmıştı. Ama şu an yazdığım dördüncü romanımın tam birinci yılı bugün fakat daha yarısındayız, yarısında bile değiliz belki bakalım o iki yılda çıkacak gibi gözüküyor. Kitaptan kitaba değişir. Bazı kitaplar araştırma yapmak ister, bazı konularda detaylı inceleme yapman gerekir, tıkandığın noktalar olur oraları çözmen gerekir. Bu gibi sebeplerden dolayı kitaba göre süreç değişir.
Kitap seçerken bir tarzınız var mı? Yoksa her türden kitabı okumak mı gerekir?
Benim söylediğim bir söz vardır, beynimiz çöplük değil. Yani her bilgiyi illa ki okumamız illa ki bilmemiz gerekmiyor. Beynimizde de belli süzgeçten geçirerek bazı bilgileri beynimize misafir etmemiz ya da kapısını aralayıp almamız lazım. Çünkü hayat kısa, tüm dünyadaki yazılmış kitapları okuma fırsatı yok o yüzden iyi seçmek lazım. Bir de roman, deneme, inceleme, şiir, tarih çeşitli yelpazeyi geniş tutmak tabi ki beyin açısından da güzeldir. Beyin jimnastiği denmektir aynı zamanda. Bende dönem dönem tarihi kitaplar okuyorum, dönem dönem roman okuyorum, romanın kategorilerinde dönem dönem bu polisiye olabiliyor, bazı dönem psikolojik olabiliyor. Tıpkı filmlerdeki gibi dönemi oluyor. Bazen romantik komedi seyretme ihtiyacı duyuyorsun. Kitaplarda da keyifli zaman geçireyim dediğin kitaplar oluyor. o yüzden her türlü kitabı hemen hemen bir tane de olsa birkaç tane de olsa okumaya çalışırım.
Bir romanın başarılı olabilmesi için sizce olmazsa olmaz koşul nedir?
Bu soruyu cevaplamam için romanlarımın çok başarılı olması gerekiyor. Bu konuda emin değilim. Sonuçta üçüncü romanım. Bunu halk takdir edecek, okuyan kişiler, okullar takdir edecek. O yüzden ben bu konuda bir otorite değilim. Ama bana göre bir romanın başarılı olabilmesi şudur; bir insanın yüreğine değebiliyorsa, duygularına değebiliyorsa, dokunabiliyorsa, benim için başarılıdır. Ben bir kişinin gönlünde bir yere değebiliyorsam bir kişiye soru sordurabiliyorsam hayatında bir şeyi yeniden değerlendirmesine vesile olabiliyorsam başarı odur.
Yeni yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Ben tavsiye etmeyi seven bir insan değilim ama sürekli okumak sürekli yazmak gerektiğini düşünüyorum. Okuyarak dolmak lazım, bilgileri doldurup ondan sonra birbiriyle harmanlamak onları en sonunda damıtarak kendi düşünceni kendi tarzını yansıtarak, kitaba yazıya dökmek lazım. Bunun için de çok okumak gerekiyor. Çok okumanın yanı sıra çok gözlemlemek, çok yaşamak, çok gezmek bunların hepsi yazma aşamasında insana farklı kapılar açabiliyor.
Son olarak yakın gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?
Şu an dördüncü kitabımı yazıyorum. Adı henüz belli olmadığı için onunla ilgili bir şey söyleyemiyorum. Ama iyi gidiyor, farklı bir tarz deniyorum bunda. Ahmet Karayün’ ün ilk üç romanını okuyan insanlar bunda daha farklı bir dille karşılaşacaklar. Birinci tekil şahıstan, şimdiki zamanla hikayeyi anlatıyor. Öyle bir hikaye ile karşılaşacaklar. Güzel olacağını düşünüyorum.
Haber : Fikir Fabrikası